KIRŞEHİRLİ ÜNLÜLER

 

KIRŞEHİR DOĞUMLU VE KIRŞEHİRLİ OLAN ÜNLÜLER
 
MUZAFFERADDİN BEHRAMŞAH
AHİ EVRANI VELİ
HACI BEKTAŞI VELİ
AŞIK PAŞA
MÜFİT KIRŞEHRİ(ÖZDEŞ)Atanın yakın arkadaşı ve Yıldırım orduları Yüzbaşısı.
MÜFİT KURUTLUOĞLU Kırşehir Müftüsü Kuvayımilliyeci ilk tbmm kırşehir temsilcisi.
SAHİR KURUTLUOĞLU Müfit hocanın oğlu kurucu meclis üyesi Eski Adalet ve içişleri bakanı
CACA BEY
SÜLEYMAN TÜRKMANİ
YUNUS EMRE
AHMET GÜLŞEHRİ
OSMAN BÖLÜKBAŞI
DADAL OĞLU (ÇİCEK DAĞ MAMALI KÖYÜNDEN)
GÖKHAN MARAŞ (KÜLTÜR BAKANI)
RAMAZAN MİRZAOĞLU(DEVLET BAKANI)
UĞUR MUMCU (GAZETECİ YAZAR)
ŞEYH EDEBALİ
DENİZ BÖLÜKBAŞI (DIŞ İŞLERİ)
SUAT YALAZ (KARİKATÜRİST)
EMEL GÜNEY(TAŞCIOĞLU
NEŞET ERTAŞ
ÇEKİC ALİ
MUHARREM ERTAŞ
AYDIN ÇEKİC
ALAATTİN ÇIPLAK(GENÇLER ARASI ATATÜRK KOŞUSU TÜRKİYE BİRİNCİSİ)
ŞEMSİ YASTIMAN
AŞIK MUSA
AŞIK HASAN
AŞIK BOYACI
ELVAN CELEBİ(Aşık Paşa nın oğlu mesnevi yazarı)
NURDAN İPEK
HAŞİM KILIÇ Anayasa Mahkemesi Başkanı
MUSTAFA BUMİN Anayasa Mahkemesi eski başkanı
HASAN KIYAFET(Kaman'lı Yazar)
OĞUZ ÖZDEŞ(Yazar)
NURİ ŞAHİN(Futbolcu)
OKTAY ÇİMEN (Tenisci)
BAHATTİN BAYSAL bİLİM aDAMI
EROL GÜNGÖR Türkolog
CAHİT OBRUK Şair ve Yazar
GÜNDÜZ ÖZDEŞ Bilim Adamı
HALİL TUNÇ sendikacı
ORHAN ERKANLI(Aslen Hacıbektaş'lı Sıvas kongre üyesi Kuvayı milliyeci Mucurlu Avni Erkanlı'nın yakını Kırşehiri ilçe yapan adamı deviren Asker 27 Mayıscı)
TURGAY ŞEKER Kick Boks Şampiyonu



OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN MANEVİ KURUCUSU ŞEYH EDEBALI
 
Şeyh Edebalı 1206 yılında Merv'de doğdu.Selçukluların Şeyh'ül İslam'ı Şeyh Sadrettin Konevi ve Mevlâna Celâleddini Rumi'nin çağdaşıdır.Künyesi İmadüddin Mustafa b.İbrahim b.İnac el-Kırşehri'dir. Edebalı ilk tahsilini Karaman'da yaptı.Hanefi hukukçusu Necmeddin ez-Zahidi'nin öğrencisi oldu.Daha sonra Dımaşk'a(Şam)giderek Sadreddin Süleyman b.Ebül-iz ve Cemalettin el-Hasiri gibi dönemin tanınmış alimlerinden dini ilim tahsil etti.Şam'dan ülkesine dönünce tasavvufa yöneldi.Eskişehir yakınlarında bulunan İtburnu Köyü'nde bir zaviye kurarak halkı irşada başladı.Aşıkpaşazade zaviyesinin hiç boş kalmadığını,Edebalı'nın gelip geçen fukaranın hertürlü ihtiyacını gidermeye çalıştığını,hatta bu maksatla koyun sürüsü bulundurduğunu kaydederler.
Söğüt ve Domaniç yaylaları,Selçuklu Devleti tarafından aşiretine yaylak ve kışlak olarak verilen Osman Gazi sık sık Edebalı'nın zaviyesinde misafir olarak kalırdı.Orta Asya'dan getirdikleri bir takım özelliklerden dolayı alim ve sûfilere karşı son derece hürmeti olan Osman Gazi,mübarek günlerde Edebalı'nın zaviyesine giderek dini ve idari konularda ,onun görüşlerini alırdı.
Misafir olarak kaldığı bir gecede gördüğü rüya şöyle idi.Şey Edebalı'nın koynundan çıkan bir ay geldi kendi koynuna girdi.Göğsünden bir ağaç bitti.Öylesine büyük bir ağaç oldu ki dalları gökleri,kökleri tüm dünyaya sardı.Gölgesi bütün yeryüzünü tuttu.İnsanlar o ağacın gölgesinde toplandılar.Ulu dağlara ve dağların eteğinden çıkan coşkun sulara hep o ağaç gölge etti.
Osman Bey rüyasını Şeyh Edebalı'ya anlatır.Edebalı rüyayı şöyle yorumlar:"Oğul Osman,Hak Teala sana ve soyuna hükümranlık verdi mübarek olsun,kızım Malhun Hatun senin helâlin olsun."der.Edebalı'nın bu yorumu üzerine Osman Gazi Malhun Hatun(Rabia Bala Hatun)ile evlenir.
Şeyh Edebalı ahi teşkilatının reisi idi.Ahi Şehliğinin Edebalı'dan sonra kime geçtiği bilinmemektedir;ancak daha sonra I:Murat'a intikal etmiştir.Bilecik'in Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra zaviyesini buraya taşıyan Edebalı,aynı şekilde dini hizmetlerine devam etmiştir.Osman Gazi'nin vefatından sonra kızı ve torunu Alâaddin Bey ile Bilecik'te Edebalı'ya Kozağaç(Şimdiki Karaağaç) köyünün öşür ve hasılatı verilmiş,kızı Rabia Hatun da kendilerine verilen bu köyü tekkeye vakfetmiştir.Şeyh Edebalı uzun bir hayat sürdükten sonra 726(1326)yılında Bilecik'te vefat etti.Zaviyesinin mescid olarak kullanılan odasına defnedildi.
Edebalı,mutasavvıf olmasının yanında ilk Osmanlı kadısı ve müftüsüdür.Dönemin birçok fakihi ile görüşmüş ve onlardan ders almış,çok sayıda talebe yetiştirmiştir.Önde gelen öğrencilerinden aynı zamanda damadı Dursun Fakih,Edebalıdan sonra Osmanlı Devleti'nin ikinci müftüsü ve kadısı olmuştur.Mevlidi Şerif'in yazarı Süleyman Çelebi,Mahmut Paşa yönüyle ikinci kuşaktan Şeyh Edebalı'nın torunudur.
Bilecik Edebalı zaviyesine kendisiyle birlikte hanımı,kızı,zamanın büyüklerinden Molla Hattab-ı Karahisar,Şeyh Muhlis Baba ve isimleri bilinmeyen bazı yakınları defnedilmiştir.
Ahi reisi Şeyh Edebalı kendisini dinleyenlere;
"Toprağa bağlanın.Suyu israf etmeyin.Mirasınızın sağlam kalmasına dikkat ediniz.Veriniz,cömert olunuz elleriniz yumuk kalmasın.İlim sahiplarini koruyunuz.Ağaç dikiniz.Ödünç aldığınızı fazlasıyla iade ediniz.Kuran-ı Kerimi güçlü olmak için okuyunuz.Bağınızı bahçenizi viran bırakmayınız.Hadis ezberleyiniz.Bildiklerini öğretenler unutmazlar.Asıl ölüm ilimden payını almayanlaradır.Faydalı ile faydasızı bilenler bilgi sahipleridir...."der ve tavsiyelerde bulunurdu.
Şeyh Edebalı geleceği görebilen bir kişiliğe sahipti.Neyin ne kimin kim olduğunu bilen bir insandı.O gelecekteki Türk birliğini,Kayı Boyunun dolayısıyla Osman Bey'in kuracağını sezmişti.Tüm Kayı Erenleri edebalıdan feyiz almıştı.
 
Şeyh Edebali'nin Osman bey'e Nasihatı

Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Ey Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. ***** ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...”
 
 
 
Caca Bey
Selçuklular döneminde Keyhüsrev zamanında Kırşehir emiri olan Nurettin Cibril Bin Cacabey (d.1240,ö.1301), küçük yaşlarında üstün yetenekleri ile devrin önde gelenlerinin dikkatini çekmiştir. Kırşehir'de devrin fakültesi gözüyle bakılan Caca Bey medresesini yaptırmıştır. Yönetim işlerinde Türkçe konuşan ve yazışmalarında Türkçe kullanan Caca Bey, bu öğretim kurumunda da Türk dilinde eğitim verilmesini sağlamıştır.
Yaşamı
Genç yaşında zekasını göstereren Caca Bey, kısa zamanda büyüklerin arasında yer almaya başladı. Mevlana yazdığı bir mektupta Caca Bey’in yeteneklerini ve başarılarına övgüde bulunmuş kendisiyle biraraya geldiği meclislerde de bu konuyu dile getirmiştir. Caca Bey, kendi idaresinde yaşamakta olan Hacı Bektaş Veli ile ilgilenmiş onu himaye etmiştir. Anadolu'da bir çok hayır kurumu yaptırmış; ayrıca cami, zaviye gibi pek çok kamusal yapının da onarımını yaptırmıştır. Caca bey, 1301 yılında Bizanslılarla karşı savaşırken ölmüştür. Cenazesi, Kırşehir’e getirilerek yaptırdığı medresenin yanındaki türbeye defnedilmiştir.
Caca Bey Medresesi
Kırşehir kent merkezinde bulunan medrese, Caca Bey tarafından 1271-1272 yıllarında bir gözlem evi (rasathane) ve medrese olarak yaptırılmıştır. Yapı daha sonra camiye çevrilmiştir. Türk bilim adamı Uluğ bey’in Batı Türkistan’da kurduğu medrese ne ise, Caca Bey’in kurduğu bu bilim merkezi de aynı derecede öneme sahiptir. Birkaç kez onarılmış olup, minaresindeki mavi çiniler nedeniyle halk arasında cıncıklı camii adı ile anılmaktadır. Medrese kesme taştan yapılmış olup kare planlıdır. İki eyvanlı kapalı avlulu medreseler gurubuna girmektedir. Döneminde astronomi yüksek okulu olarak hizmet vermiştir. Devrin fakültesi gözüyle bakılan bu yapıda Türk dilinde eğitim verilmekteydi. Kubbesi açık ve altında bir kuyunun bulunduğu medresede kuyunun içindeki suya yansıyan yıldızlar incelenir, bunlar üzerinde araştırmalar yapılırdı.
 
Ahi Evran 
XIII. yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiştir. Denizli, Konya ve Kayseri’den sonra 1277 yılında Kırşehir’e yerleşmiştir. Gençliğinde debbağlık sanatını öğrenmiş, kısmen ticaretle uğraşmıştır. Önce debbağ esnafının piri, sonrada tüm Türk İslam esnafının piri olmuştur.

Ahi Evran, kurduğu inanç düzeni ile esnafı uyarmış, ahlaki ve sosyal kuralları ile dayanışmayı sağlamış, ekonomik yaşamı canlandırmıştır.Ahlak ile sanatı bir ahenk içerisinde birleştirerek, Ahi Teşkilatını kurmuş ve tüm Anadolu’ya yaymıştır. Ahi Evran-ı Veli yaklaşık 1215 ile 1220 yılları arasında Horasan’da doğmuş, 92 yaşında Kırşehir’de vefat etmiştir. Türbesi Kırşehir’dedir.
 
 
 
Hacı Bektaş-ı Veli
 
 (Farsça: حاجیبکتاشوالی hājī baktāš wālī; 1209 - 1271), HorasanNişabur doğumlu, Anadolu Aleviliğinin oluşumunda büyük çabalar harcayan, daha sonraki yıllarda “Horasan Erenleri” diye anılanlar arasında Hacı Bektaş Veli önemli bir yer tutar.

Gerçek ismi, Seyid Muhammed bin İbrahim Ata'dır. Lokman Parende'den ilk eğitimi almış ve Ahmet Yesevi (1103-1165)'nin öğretlerini takip etmişti. Ondan dolayı Yesevi'nin 'halife'si olarak kabul edilmektedir. Anadolu'ya geldikten sonra kısa zamanda tanınarak kıymetli talebeler yetiştirdi. Hacı Bektaş-ı Veli kendisinin de bağlı olduğu "Ahilik Teşkilatı" ile, Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrinde Anadolu'da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulundu.
Velâyetnâme adlı eserede Hacı Bektaşi Velî'nin, sık sık Kırşehirive Ahi Evranı ziyareti onun'la sohbetlerini anlatır.
Konu başlıkları
Osmanlı Ordusu Ve Hacı Bektaş-ı Veli
Osmanlı sultanlarıyla halk tarafından da sevildi ve hürmet gördü.
Hacı Bektaş-ı Veli'nin sohbetlerini takip ederek onun tarikatına bağlananlara "Bektaşi" denildi. Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makalat'ının asıl nüshaları incelendiğinde, İslamiyete uymayan davranışlara şiddetle karşı çıkıldığı görülür.
Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük’te (Hacıbektaş) geçiren Hacı Bektaş-ı Veli, ömrünü de burada tamamlamıştır. Mezarı, Nevşehir'e bağlı Hacıbektaş ilçesinde bulunmaktadır.
13. Yüzyılın ilk yarısında gerek Moğol istilasının etkisiyle, gerekse başka nedenlerden dolayı Horasan’dan kalkıp Anadolu’ya gelen, Anadolu Aleviliğinin oluşumunda büyük çabalar harcayan, daha sonraki yıllarda “Horasan Erenleri” diye anılan Türkmen babaları arasında Hacı Bektaş Veli önemli bir yer tutar.
Hacı Bektaş Veli, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’na başkentlik yapmış, Horasan’ın Merv, Herat, Belh ile birlikte dört önemli kentinden biri olan Nişabur’da doğmuştur. O dönemin sayılı kültür merkezlerinden biri olmasından başka, Nişabur ve çevresi, Hacı Bektaş Veli’nin doğduğu sıralarda Türkmen nüfusunun yoğun olduğu bir bölgeydi ve orada bir Türkmen pirinin kurduğu Yesevilik tarikatı büyük bir yayılma ve gelişme göstermişti. İşte Hacı Bektaş Veli, bu kültürel ve dinsel ortamda yetişmiş, Arapça ve Farsça’yı kitap yazacak kadar iyi öğrenmiş, devrinde geçerli olan bütün bilgilerle donanmıştır.
Ahmed Yesevî-Hacı Bektaş Veli ilişkisine önemli bir yer ayıran Vilayetnâme Ahmed Yesevî’den övgü ve saygıyla bahsetmektedir. Ahmet Yesevî hakkında “Doksan dokuz bin Türkistan pirinin ulusu” ve “Pirlerin piri” sözleri yer almaktadır. Vilayetnamede “Ahmed Yesevî ‘Biz yokluk yurdunda eğlenmeyiz, ahirete gideriz. Var seni Rum’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik, Rum Abdallarına seni baş yaptık’ dedi. Hacı Bektaş Veli, ertesi gün, gün doğarken Ahmed Yesevî’den izin alarak yola düştü” diyerek Hacı Bektaş Veli’yi Anadolu’ya Ahmed Yesevî’nin gönderdiği belirtilmektedir.
Hacı Bektaş Veli, Nişabur’dan ne zaman ayrıldığına yanıt verebilmek için onun doğum tarihini tam olarak bilmek gerekir.
Vilayetnâme, Hacı Bektaş Veli’nin doğum tarihini belirtmediği gibi, elimizde Hacı Bektaş Veli’nin doğum tarihini kesin olarak bildiren kaynak da bulunmamaktadr.
Vilayetnâme’nin ilk yaprağında Hacı Bektaş Veli’nin doğum tarihinin 606 (1209-10) olarak yazıldığı belirtilmektedir. Başta Alevi kaynakları olmak üzere bazı kaynaklar bu konuda 1241’den 1249’a kadar değişen rakamlar vermektedir. Onun 1281 yılında Anadolu’ya geldiğini, 1337 yılında vefat ettiğini (hakka yürüdüğü) yazarlarsa da bu bilgiler tarihi gerçeklere aykırı düşmektedir. Çünkü Hacı Bektaş Veli’nin on üçüncü yüzyılın ortalarında ölen Baba İlyas ile, 1260 yıllarında ölen Ahi Evren ve onu çağdaşı olan Kırşehir valisi Nureddin Caca ile Anadolu’da görüştüğü ve 1273 yılında ölen Mevlâna ile haberleştiği kesin olarak bilinmektedir.
Ayrıca Vilayetnâme’ye göre Hacı Bektaş 92 yıl ömür sürmüştür. Yine bu yazılı kaynaklara göre, Türkistan’da 40 yıl çile hayatı yaşayarak kamil insan mertebesine ulaşmıştır. Ölüm tarihi 1270-71 olarak kesinleşen Hacı Bektaş’ın 92 yıllık ömrü ile 40 yıllık çile hayatını birlikte değerlendirirsek onun 1178 yılı civarında doğup, 40 veya 42 yaşlarında Nişabur’dan ayrılmış olabileceğini söyleyebiliriz. Çünkü Nişabur, 24 Mart 1220 tarihinde Cebe ve Sübetay Noyan komutasındaki Moğol askerleri tarafından kuşatılmıştır. Kuşatma sırasında şehri canla başla savunan Nişaburluların attığı bir okun Cengiz Han’ın damadı Tagacar’ın canını alması üzerine gazaba gelen Moğollar, Tuli komutasındaki 30 bin kişilik ilâve bir güçle 25 Mart 1221 tarihinde şehre girmişlerdir. Şehri ele geçirdikten sonra aldıkları emir üzerine şehrin bütün yapılarını yıkarak orayı tarla haline getirmişlerdir. Moğollar sağ kalan Nişaburluları şehrin dışındaki boş alana çıkarmışlar, aralarından 400 sanatkârı seçip Türkistan’a gönderdikten sonra geri kalanları kılıçtan geçirmişlerdir.Kedi, köpek dahil şehirde hiçbir canlı bırakmamışlardır.
Hacı Bektaş Veli, Nişabur’dan ayrıldıktan sonra Hac yolunu tutmuş, Necef’e ve Kerbelâ’ya uğramış, Hac göre-vini yerine getirdikten sonra üç yıl Mekke’de kalmıştır. Anadolu’ya gelirken Halep’e uğrayarak orada bulunan kutsal yerleri ziyaret etmiştir. Oradan Elbistan’da bulunan Ashab-ı Kehf’e, sonra Kayseri’ye, Kayseri’den Ürgüp’e, Ürgüp’ten de bugün Hacıbektaş olarak bilinen Suluca Karahöyük’e gelip yerleşmiştir.
Menteş ismindeki kardeşiyle birlikte Sivas’a, sonra Baba İlyas’a yani Amasya’ya, Amasya’dan Kırşehir’e, Kırşehir’den Kayseri’ye varmıştır. Hünkar’ın kardeşi Menteş, Kayseri’den Sivas’a gittiği sırada orada şehit olmuştur. Hacı Bektaş Veli de Kayseri’den Suluca Karahöyük’e gelmiştir.
Gerek Aşıkpaşa-zâde’nin verdiği bilgilere, gerekse Eflakî’nin Ariflerin Menkıbeleri adlı eserinde Hacı Bektaş Veli için söylediği, “Baba Resul’un has halifesiydi” sözüne dayanan bazı araştırmacılar, Hacı Bektaş Veli’nin, on üçüncü yüzyılın başlarında, bazılarına göre Baba İlyas, bazılarına göre de Baba İshak tarafından düzenlenen ve uzun süren Babai İsyanı na katılmıştır. Yani Hacı Bektaş Veli’nin Selçuklu yönetimi tarafından 1240 yılında Kırşehir civarında bastırılan ve elebaşları idam edilmiş olan Babaîler İsyanı nı aktif olarak katıldığını iddia etmişlerdir. Kendisi de Türkmen babası olan Hacı Bektaş Veli’nin Baba İlyas, Baba İshak ve diğer Türkmen babalarıyla iyi ilişkiler içinde olması doğaldır. Ancak onun Babaîler İsyanı na katılmış olması zayıf bir ihtimaldir. Çünkü O, söylendiği gibi isyana katılıp canını kurtarmış olsaydı, oradan kalkıp, Suluca Karahöyük gibi her türlü saldırıya açık bir yere gelip yerleşmez, orada serbest olarak faaliyetlerine devam edemezdi. Bunun dışında Hacı Bektaş Veli’nin yaşamını ayrıntılarına kadar anlatan Vilâyetnâme’nin bu konuya kesin olarak değinmesi gerekirdi.
Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığı dönemde Türkmen topluluklarında başlıca iki insan tipi hâkimdir: Gâzi ve Veli tipi. Bunlardan birinci gruba girenler ülkeler fethetmişler, ikinci gruptakiler ise, alınan ülkelere yerleşmeyi, yerleşik bir toplum meydana getirmeyi olanaklı kılmışlardır. İsminin sonundaki sıfattan da anlaşıldığı gibi Hacı Bektaş Veli, gazi değil veli tipine girmektedir.
Hacı Bektaş Veli, Suluca Karahöyük’e yerleştikten sonra orda bir tekke kurarak halkı eğitme ve aydınlatma faaliyetlerine devam etmiştir. Vilâyetnâme’ye göre ona bağlı 36 bin kişi vardı ve bunların 360’ı huzurunda hizmette bulunurdu. Hacı Bektaş Veli’nin halifeleri; onunla birlikte Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş olan Sarı Saltuk Dede Rumeli’nde, Abdal Musa Sultan Elmalı’da, Karaca Ahmed Sultan İstanbul’da ve Akhisar’da, Akça Koca Akyazı’da, Barak Baba Bigadiç’te, Hızır Samut Bozok’ta Yozgat’ta, Sultan Şüca Eskişehir’de, Hacım Sultan Uşak’ta, Taktuk Emre Sakarya bölgesinde, Geyikli Baba Bursa’da inançlarının, gelişip kök salması için çalışmışlardır.
 
Âşık Paşa
Âşık Paşa (d.1272-ö.1333), Türk şair, mutasavvıf.
Kırşehir'de, 1272 yılında doğmuştur.Mutasavvıf bir aile geleneğinde yetişmiştir. Dindar bir kimliğe sahiptir. Bu nedenle eserlerinde tasavvufi yönünün ağır bastığı dinsel motifler bulunmaktadır. Aşık paşa'nın kimliğini oluşturan başlıca öğe, onun Türk diline verdiği önemdir. Arapça, Farsça, İbranice ve Ermenice dillerini iyi bilmesine karşın eserlerini katıksız öz Türkçe ile ortaya koymuştur. Arap ve Fars kültürlerine ve dillerine duyulan hayranlığı kınamış ve eserlerini Türk dilinde kaleme alarak bu eğilimlere karşı koymuştur. Yapıtlarıyla kendinden sonra gelenleri etkilemiştir. En ünlü yapıtı Garibnâme adlı mesnevisidir. 3 Kasım 1333 yılında Kırşehir'de vefat etmiştir. Mezarının üzerine mermerden bir türbe yapılmıştır ve bir ziyaret merkezi hâline getirilmiştir.
 
Süleyman Türkmani 
XIII. yüzyılda Anadolu’ya gelen Türklerdendir. 1214 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Dedesi Türkmen Beyi olduğu için Türkmani denilmiştir. Mevlana’dan ders almış, Mevlana’nın ölümünden sonra oğlu Sultan Veled’in müridi olmuştur. 1239 yılında mevleviliği yaymak üzere Kırşehir’e gelmiştir. Süleyman Türkmani, Aşık Paşa’nın hocası idi. Tezkereci Evliya adlı bir eser yazmıştır. Süleyman Türkmani 1298 yılında Kırşehir’de vefat etmiştir.
 
Osman Bölükbaşı (1913 - 2002)

0__194044_00.jpg1913 yılında Hacıbektaş'ta doğan Türk Siyasetinin renkli simalarından Osman Bölükbaşı, Fransa'da Nancy Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü'nde öğrenim gördü. Daha sonra Türkiye'ye dönen Bölükbaşı, önce Kandilli Rasathanesi'nde asistan, sonra Haydarpaşa Lisesi'nde öğretmen olarak görev yaptı.

1946'da Demokrat Parti'ye (DP) girerek siyasete atılan Bölükbaşı, 1947'de DP'den ayrıldı. Bir yıl sonra Millet Partisi'nin (MP) kurucuları arasında yer aldı.

İsmet İnönü ve Celal Bayar'a komplo düzenlemek iddiasıyla 1949'da tutuklanan Bölükbaşı, bir süre sonra serbest bırakıldı.

1950 seçimlerinde Kırşehir'den MP'nin tek milletvekili olarak Meclis'e girdi. MP'nin, laikliğe aykırı davrandığı gerekçesiyle 1953'te kapatılması üzerine bir grup eski MP' liyle Cumhuriyetçi Millet Partisi'ni (CMP) kurdu ve genel başkan oldu.

1954'te yeniden Kırşehir ilinden milletvekili seçilince DP hükümeti, Kırşehir'i ilçe yaptı.

Bölükbaşı 1957' de TCK 159 kapsamındaki 'Meclis' in manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif' suçunu işlemekle suçlandı. Dokunulmazlığı kaldırılan Bölükbaşı 2 Temmuz 1957'de tutuklandı. İtiraz üzerine 23 Temmuz'da tahliye edilen Bölükbaşı, yeniden tutuklanarak cezaevine kondu. Bölükbaşı, 149 gün tutukluluğun ardından 29 Kasım'da tahliye oldu.

Kırşehir'in Haziran 1957'de il yapılmasından sonra ekimdeki seçimlerde Bölükbaşı ve CMP'li arkadaşları yine Meclis'e girdi. 1958'de DP'ye karşı güçbirliği oluşturmak için CMP'nin Türkiye Köylü Partisi ile birleşmesiyle kurulan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin (CKMP) Genel Başkanlığı'na getirilen Bölükbaşı, 1959'da 10 ay hapse mahkûm edildi. 27 Mayıs'tan sonra da Kurucu Meclis üyeliğine seçildi.

1961 genel seçimlerinin ertesinde koalisyon hükümetlerine katılmayı reddeden Bölükbaşı, 1962 yılının haziran ayında CKMP, İsmet İnönü' nün kurduğu 2. koalisyon hükümetine katılınca 28 milletvekiliyle partiden ayrılarak 2. kez Millet Partisi'ni kurdu ve partinin genel başkanlığına getirildi. Bölükbaşı 1972' de genel başkanlıktan ayrılarak yerini eski Genelkurmay Başkanı Cemal Tural'a bıraktı. Bölükbaşı, 9 Eylül 1973'te de milletvekilliğinden istifa edip politikayı bıraktı.

Bu dönemde de aslında siyasetten uzak dursa da bazı partilerin siyasi etkinliklerine katıldı. Bölükbaşı 6 Şubat 2002 tarihinde uzun süredir tedavi gördüğü hastanede vefat etti.


8 SAAT 35 DAKİKALIK KONUŞMA

Siyasetin renkli simalarından Bölükbaşı aynı zamanda hem rekorlar hem de nüktelerle anılan bir siyasetçiydi. Düzce.de yaptığı bir konuşma tam 8 Saat 35 dakika sürmüştü. Bir kamyoncunun Düzceden çıkın yükünü İstanbul.a boşaltıp geri dönmesi boyunca konuşan bir politikacı Osman Bölükbaşı ve kamyoncu hayretle şu ifadeleri kullanıyor hatibe:

Beyim bu nasıl iştir! Sabah buradan kereste yükledim, konuşuyordun. Yükümü İstanbul'a boşaltıp geldim, halen konuşuyorsun..

NÜKTELER

Her şeye, herkese, hatta kendine bile muhalif olan Bölükbaşı'nın eleştirelerinden herkes nasibini alır.

Muhalefetini 1965 yılında TRT'ye de yönelterek kuruma Tırt ismini takar ve lakabı Tırt Osman. a çıkar.

İş adamlarını da eleştirir:

Ah benim aslan görünüşlü, tavşan yürekli büyük sermayem.

Bölükbaşı bir yurtdışı seyahatinde Atalarınızın Viyana kapılarında ne işi vardı? sorusuna hedef olur
 
Sektirmeden yanıtlar bu önyargılı soruyu:

Haçlı Seferlerine iade-i ziyaret.

OSMAN BÖLÜKBAŞI VE İSMET PAŞA

Rahmetli Osman Bölükbaşı ile İsmet Paşa bir uçak yolculuğunu beraber yaparlar. Yanlarında da torunu, İsmet Paşa torununa derki git Osman amcandan para iste. O da gelip Osman amca bana para verirmisin der. Ne yapacaksın oğlum parayı?
-Köylülere atacağım sevinsinler der .
Osman Bölükbaşı cevabı patlatır :"Git dedeni at bütün Türkiye sevinsin".
 
Dadaloğlu
DadaloğluOsmanlı Devleti'nin AnadoluTürkmenleriniiskân politikasına tepki olarak doğmuş isyanlarda yer aldığı anlaşılan tanınmış bir Halk ozanıdır. 18. yüzyılın son çeyreğinde doğup 19. yüzyılın ortalarında öldüğü bilinmektedir. Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber eldeki kaynaklar 1785-1868 tarihlerini göstermektedir. Dadaloğlu, Güney illerinde dolaşan ve Toros dağlarında Kozan, Erzin, Payas yörelerinde yaşayan göçebe Türkmenlerin Avşar boyundandır.
Yaşamı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız Dadaloğlu’nun şiirleri yazılı kaynaklar aracılığıyla değil, sözlü gelenek sayesinde bugüne ulaşmıştır. Asıl adı Veli olan ve Türkmen-Avşar aşıklarının önde gelenlerinden biri olan Dadaloğlu, Kul Mustafa mahlasını da kullanan Aşık Musa’nın oğludur. Az da olsa eğitim almıştır. Daha çok Gavurdağı ve Ahır Dağı yörelerinde yaşadı. Çukurova'yı, Toroslar'ı, Orta Anadolu'yu dolaştı. Şiirlerinde göçerlik koşullarını, döneminde orta Anadolu’da hüküm süren aşiret kavgaları ve aşiretlerin Osmanlı Devleti ile savaşlarını duru ve yalın bir dille yansıttı. Dili Anadolu Türkmen boylarının kullandığı halk Türkçesiydi. Dadaloğlu Anadolu'nun halk şiiri geleneğine damgasını vurmuş en önemli sanatçılardan biri olmuştur.
Osmanlı Devleti'nin göçebe olan Avşar, Karsantı, Sırkıntı, Bozdoğan, Kırıntı, Berber, Menemenci gibi Türkmen aşiretlerini yerleşik hayata geçirmek için verdiği uğraş, yer yer başkaldırılara ve çatışmalara neden olmuştur. Dadaloğlu'nun şiirleri, yerleşik yaşama geçmek istemeyen Türkmen aşiretlerinin çığlığı ve sözlü tarihi sayılabilir.
Dadaloğlu, asıl ününü kavga türküleri ile yaptı ama duygu ve aşk konularını da aynı başarıyla işledi. Yüz kadar şiiri sözlü kaynaklardan derlenerek günümüze ulaştı. Bu derlemeleri Cahit Öztelli, Taha Toros, Haşim Nezihi Okay, Ahmet Z. Özdemir ile Saim Sakaoğlu yayınladı. Diğer 19'uncu Yüzyıl halk ozanlarından iki noktada ayrılır. Kent yaşamından uzak kaldığı için şiirlerinde hep göçerlik ortamını yansıttı. Diğer yandan yine kentte bulunmayışı nedeniyle çağdaşı halk ozanlarında sık rastlanan divan şiirine yakınlık onda hiç görülmez. Karacaoğlan'ın aşk ve doğa şiirlerindeki üstün yeteneği ile, Köroğlu'nun yiğit ve kavgacı anlatımını birleştirir.
Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş Dadaloğlu'nun eserlerinden faydalanmışlardır. Biter Kırşehir' in Gülleri Biter adlı türkünün söz yazarı olması, mezarının Kaman' da bulunduğunun bir ispatıdır.
KALKTI GÖÇ EYLEDİ AVŞAR ELLERİ
 
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
 
Belimizde kılıcımız Kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın, dağlar bizimdir
 
Dadaloğlu'm birgün kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir
 
 ASLIMI SORARSAN AVŞAR SOYUNDAN

Aslımı sorarsan Avşar soyundan
Ayrı düştüm aşiretten beyimden
Pınarbaşı'ndan da beş yüz evinen
Çıkıp da cana kıyanlardanım

Çekerim çileyi böyl'olsun bugün
Alırım mı sandın şol Kozan Dağın
Biz bir kurt idik de Bozoklu köyün
Ürkütüp sürüsün yiyenlerdenim

Dadaloğlum der de böyle olmazdım
Gördüğüm günlerin birini görmezdim
Kavga kızışınca geri durmazdım
Meydanda kardaşa kıyanlardanım


KOŞMA

Çıktım yücesine seyran eyledim
Cebel önü çayır çimen görünür.
Bir firkat geldi ki coştum ağladım
Al yeşil bahçeli Kaman görünür.

Şaştım hey Allah'ım ben de pek şaştım
Devrettim Akdağ'ı Bozok'a düştüm
Yozgat'ın üstünde bir ateş seçtim
Yanar oylum oylum duman görünür.

Biter Kırşehir'in gülleri biter
Çığrışır dalında bülbüller öter
Ufacık güzeller hep yeni yeter
Güzelin kaşında keman görünür.

Gönül arzuladı Niğde'yi, Boru
Gün günden artmakta yiğidin zârı
Çifte bedestanlı koca Kayseri
Erciyaş karşısında yaman görünür.

Dadaloğlu'm da der zatından zatı
Çekin eyerleyin gökçe kır atı
Göçmek değil bizim ilin muradı
Ak yâre gitmemiz güman görünür.


Erdal SARIZEYBEK

Kırşehir- Kaman doğumlu olan Erdal SARIZEYBEK 1976 yılında Kara Harp Okulu'dan jandarma teğmen rütbesiyle mezun oldu. 1978-1996 yılları arasında jandarma teşkilatının sınır, eğitim ve iç güvenlik birliklerinde komutanlık yaptı.
1990 yılında Fransız Jandarma Subay Okulundaki öğrenimini müteakip 92-94 yılında Şemdinli Hudut Tabur Komutanlığı görevinde bulundu.
1996-98 yılında Paris Askeri Ataşe Yardımcılığına atanan SARIZEYBEK, 2002 yılında Türkiye'de Adli Kolluk konusunda, master yaptı. 1999-2003 arasında Van, Manisa ve Şanlıurfa'da İl Jandarma Komutanlığı görevlerinde bulundu. Sarızeybek, 2005 yılında Ankara atandığı Uzman Jandarma Öğrenci Alay Komutanlığı görevinde iken albay rütbesinde, kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
Türk Silahlı Kuvvetleri Birinci Derece Gümüş Liyakat Madalyası sahibi emekli albay Sarızeybek, evli, iki çocuk babası olup çok iyi derecede Fransızca bilmektedir.

Kaynak : www.erdalsarizeybek.com.tr
coprasik-koyu@hotmail.com
 
ÇOPRAŞIK // ÇİÇEKDAĞI // KIRŞEHİR
 
HABERLER
 
GAZETELER
 
center>
mansetler

 
Bugün 8 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol